Toplumsal cinsiyet; insanlar tarafından oluşturulan biyolojik cinsiyetten farklı olarak karşımıza çıkan bir kavramdır.

İnsanlar dünyada iki cinsiyet üzerine yaşamaktadır: Kadın ve erkek. Bu durum insanların biyolojik açıdan var oluşlarını simgelemektedir. Ancak yaradılış gayesine bakıldığı zaman bu iki cins arasında biyolojik ve fiziksel ayrılıkların dışında her hangi bir ayrım bulunmamaktadır. Ancak toplumsal cinsiyet; erkeğin kadına göre daha güçlü olduğu olgusunu oluşturmuştur.

Aslında birbirine üstün olmayan bu iki cins zamanla toplumsal gelenekler, kültürel yaşam, sosyo-ekonomik durum ve siyasal açıdan üstünlük savaşı içerisine girilmiştir. Bu savaştan da erkeklerin galibiyetle çıktığı düşünülmektedir. Öyle ki; iş hayatından sosyal hayata ve hatta siyasi hayata kadar birçok alanda erkek hegemonyasını görmekteyiz.

İnsanların eliyle oluşturulan toplumsal cinsiyet kavramı erkek ve kadına bazı roller biçmiştir. Bu rollere göre evin reisi erkek, evin diğer işleri ile ilgilenen ise kadındır. İnsanlar bu rolleri öylesine benimsemişlerdir ki kadın çalışsa bile ev işlerini, yemeği, çocuk bakımını da üstlenmek zorunda bırakılmıştır.

Her alanda kadın erkek eşitliğinden bahsedilse de realiteye baktığımız zaman bu eşitlik söz konusu değildir. Toplumlar ata erkil bir yapıya evrilmiş ve bu yapı maalesef her alanda kendini göstererek toplumda erkeğin ön plana çıkmasını, kadınların ise ikinci sınıf muamele görmesine neden olmuştur. Bu duruma bir örnek verecek olursak; Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dünyada en önce Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı vermiştir. Kadını her zaman yükseklerde tutmaya çalışan bir kurucu önderimiz olmasına rağmen TBMM’deki sandalye dağılımına baktığımız zaman 583 milletvekilinden sadece 101 tanesi kadındır.

Topluma göre kadın, evinde oturmalı, kocasını beklemeli, çocuklarına analık etmelidir. Kadın isterse her şeyi başarabilecek güçteyken toplumsal cinsiyet kavramının baskısı altında ezilerek bu gücünü tam anlamıyla kullanamamaktadır.

Medyada da bu baskı kendini haber metinlerinde, haber başlıklarında ve hatta fotoğraflarda göstermektedir. Örneğin erkek bir araba ustası sadece önemli bir buluş yaptığında haberlere konu olurken, kadın bir araba ustası her zaman haber yapılabilecek bir konu olarak görülmektedir.

Yaşadığımız pandemi süreci ile ilgili olarak bir örnek verilmesi gerekirse; Covid-19 aşısını bulan iki Türk Bilim İnsanından Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin ile ilgili basına yansıyan haberlerde Dr. Özlem Türeci ismi hep ikinci plana itilerek “Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi” olarak yansıtılmıştır. Bu durumda toplumsal cinsiyet kavramının baskısına bir örnektir.

Öyleyse hep birlikte toplumsal cinsiyet baskısını kırmalı ve insanları güç ihtirasından bir an önce uzaklaştırmalıyız. Kadınların üzerindeki bu olumsuz baskı gelecek nesillerimiz açısından da önemli bir tehlike arz etmektedir. Unutulmamalıdır ki toplumu şekillendiren ve şekillendirecek olan her zaman için kadındır…