31 Mart yerel seçimlerinin ertesi günü Mersin’de yerel bir gazetedeki 1 Nisan 2019 tarihli yazımdan bir alıntı…   “31 Mart 2019 seçimlerini bitirdik. Bu kadim şehir için artık katma değer üretecek donanım rezervi yüksek yerel politikacılar yanında artık futbol takımı tutar gibi birilerine körü körüne bağlı veya siyasal radikalizmi önceleyen değil, rasyonalizmi ve pragmatik politikayı esas alan yöreci, akılcı ve faydacı bir anlayışı siyasete hakim kılmamız gerekiyor. Bunu şimdiye kadar yapamadık. Artık yeni dönemde önümüze bakarken önemli işler yapmaya namzet, başka amaçlara savrulmadan, ajandasında liyakat, dürüstlük ve donanım kriterini belirginleştirmiş, Mersin için  tüm olumsuz algıları kıracak, icraatle rüştünü ispatlayacak  kısaca  bu kadim şehre, bu kadim şehrin geleceğine “lale devri” yaşatırken, yeni güç ve kapasite inşa edebilecek  bir yerel aktör, proaktif bir belediye başkan profili görmek istiyorum Vahap Seçer’den” demiş ve başarı  dileklerimi iletmiştim.

Ancak üzerinden bir yıl bile geçmeden “Mersin içi olumsuz algıları kıracak, icraatla rüştünü ispatlayacak” yönlü temennim tüm beklentilerimi derdest ederken, aksi yönde pratiğe dökülmeye çalışılan karar ve uygulamaların bütün kesimlerde algı deformasyonuna paralel bir hayal kırıklığı yaşattığını söylemek zorundayım.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu seçim meydanlarında 82 milyonun gözünün içine bakarak haksız-hukuksuz işçi çıkartılmayacağını taahhüt etmiş ve birçok insanda bu iddiaya itimat ederek sadece Mersin’de değil tüm ülke  “bu söze” oy vermişti.

O günkü söylenenlere bugünün perspektiften baktığımızda seçim meydanlarında demokrasi, hak, hukuk ve adaletten bahsedenler bu gün bu yönde bir kelam dahi etmedikleri gibi “SÖZ” adı verilen  önemli bir değeri  ayaklar altına aldıklarını görüyoruz.

Oysa  bu gibi değer klişeleri iş olsununa söylenen şeyler değildir. Dilimize pelesenk ettiğimiz ‘’söz’’ gibi içini boşalttığımız demokraside bir “tahammül rejimi, çok seslilik,  bir uzlaşı yöntemidir.

Dolayısıyla demokrasi ayrıcalık, ayırımcılık, çifte standart, ikiyüzlülük kaldırmaz. Ve demokrasilerde, çoğunluğun iradesi kadar,  azınlığın tercihleri de bir değer taşır.

Anlatmak istediğim şey şu,  neredeyse yarım milyona yakın oyla Mersin halkı 31 Mart’ta yerel yönetimi değiştirdi. Değiştirdi değiştirmesine de değiştirirken bir taraftan “çok seslilik, demokrasi ve adalet” diyenlerin diğer taraftan  azınlığın tercihlerini yok sayarak  “siyasal klişeler" üzerinden “performans düşüklüğü” adı altında pratize etmeye çalıştıkları intikam çığlıkları, söylediklerine ciddi bir paradoks oluşturuyor.

Büyük Şehir Belediyesinin işçi çıkarımları ile gündemde olması ile temenni ettiğim; “siyasal radikalizmi önceleyen değil, rasyonalizmi ve pragmatik politikayı esas alan yöreci, akılcı ve faydacı bir anlayışı siyasete hakim kılmanız gerekiyor.” ifadesi ile anlatmak istediğim, belli saiklerle bir kısım işçilerin bırakılarak, evine çoluğuna, çocuğuna ekmek götüren - engellide olsa- bir kısım  “emek gladyatörlerinin”  çıkarılış haykırışlarına kulak tıkamanın söylem bazında kalan değerlere tezat oluşturduğunu söylemek istiyor olmamdandı.

Olaya mevzuat olarak baktığımızda Anayasamızın  “Çalışma Şartları ve Dinlenme Hakkı” başlıklı 50/2.maddesi;

Küçükler ve kadınlar ile “bedeni ve ruhi yetersizliği” olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar, der.

Ayrıca 5378 sayılı Engelliler Kanununun İstihdam” başlıklı 14/4.maddesi;

“Çalışan veya iş başvurusunda bulunan engellilerin karşılaşabileceği engel ve güçlükleri ortadan kaldırmaya yönelik istihdam süreçlerindeki önlemlerin alınması ve engellilerin çalıştığı iş yerlerinde makul düzenlemelerin, bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluşlar ile işverenler tarafından yapılması zorunludur” derken bırakın çıkarmayı, engelliler için makul bir düzenlemeyi işverene zorunlu koşmaktadır.

Diğer bir husus “LOGO” meselesi. Bana göre deniz ve güneş kenti Mersin’i bana göre eski logo “deniz ve güneş” iyi temsil ediyordu. Yeni logonun ise bana göre bir paritesi olmadığı gibi bir  provizyonu bir karşılığı  olmadığıdır.

Elbette logoyu belirlemek veya değiştirmek B.Belediyesinin tasarruflarındandır. Ancak bir değerleme uzmanı olarak herkesin bilmesi gereken bu logonun bir de dönüşüm değerinin olduğudur.

Kastetmek istediğim eski logonun,  kullanıldığı tüm alanlardan temizlenmesi, yerine yeni logonun işlevselleştirilmesi ve bununda bir külfete dayanmasıdır. Performans yetersizliği adı altında işçiler çıkartılırken, diğer taraftan logoyu değiştirip belediyeye yüklenen maddi külfet tezatlığını da ayrıca diğer bir çelişki.

İşçi çıkarımları ve logo gibi sosyolojiye sekte vuracak meselelere baktığımızda yapılanların kente kent-politik dokuya zarar veren eylemler yanında, formalizm doktrininin güdümündeki formalist, şekilci anlayışın hükümranlığına tanık olduğumuzdur.

Soru şu;  bu yaşadıklarımız bir  “vicdan üşümesi midir ; yoksa  bir vizyon üşümesi mi?”

Bence ikisi de…

“İşçi kıyımı” bir “vicdan üşümesi”  ise “logo”  gibi basit şeylere takılı kalmakta bir “vizyon üşümesi” olsa gerek.