Dava ahlakı, kimileri  için ‘’ulvi’’ bir amaç;  kimileri içinse ‘’süfli’’ bir araçtır.

Ulvi bir amaç için güdülen dava ‘’insana’’ dönüktür.İnsanı hedef alıp insanlığı kuşattığı gibi ahlaki değerler zemininde insanlığın yüceltilmesi için yapılır.

Süfli bir araç için hedeflenen dava ise   kişisel veya grupsal hedefleri için kurgulanan asgari ve azami sınırı kendi çıkar dünyalarını çevrelelip sarmaladığı basit bir ‘’menfeat’’ aracıdır.

Bir hamiyet ülküsünü temel alan bizim anladığımız dava kendi zihinlerimizdeki ulvi bir amacı kapsar.

Birde süfli bir amaca hizmet ederken ulvi bir davanın neferi gibi görünüp bir davaya  zarar vermenin bir alçakça yolu var ki o da ; davayı zaafiyete uğratmaya dönük akla hayale gelmeyecek yalan yanlış bilgiler  sunup ardından  o davayı savunuyor gibi bir görüntü vermektir.

Bunlar  sureti haktan görünürler. Bazen  ise milli bir davanın yılmaz bir savunucusu  olurlar.

Bazen ise ‘’ demokrasi, özgürlük ‘’ gibi katalog kavramlar üzerinden insanlık dersi verirler.Ancak bu ulvi değerlere en fazla ihaneti gizliden gizliye bunlar yapar.

Atamız Dede Korkut ; “ Hain hanede ise kapı kilit tutmaz oğul,” der.

En derin ve tehlikeli hainler, içimizdeki düşman tamda bunu yapar.

İşler iyi giderken bakarsınız olağandışı bir durum gelişir bunun neden olduğunu anlayamazsınız.

Bir şey yapmak istersiniz bir süre sonra yapmak istediğiniz şey elinizde kalır.Bunun neden olduğuna akıl erdiremezsiniz.

Kendi üstünlüğünü, kendi gerçeklerini veya davasını dayatmak için tahakküm altına alabilmek için düşmanlıklar bitmez ve bitmeyecektirde...

Üstelik hain ‘’sözde’’ bizden biridir. İçimizdeki çürük elma, yerine göre düşmana kapıyı açan içimizdeki truva atı, yerine göre bizi sırtımızdan bıçaklayan Brütüs’tür.

Kısaca princin içindeki siyah taş düşman ise, beyaz taş haindir.

Çoğunlukla onu teşhis ettiğimizde iş işten geçmiş atı alan üsküdarı geçmiştir.

Yani zarar doğmuş,surda gedik açılmış,  risk gerçekleşmiştir.

Bunlar gizli haindir.

Bazıları kendilerini açık eder bunlarla mücadele etmek biraz yıpratır ancak kolaydır.Çünkü pirincin içindeki siyah taştır.

Bunlar bizi diri ve zinde tutar,  direnç kazandırır.Bizi mücadeleci kılar.

En zor olanı dediğim gibi pirincin içindeki beyaz taştır. Farkında olduğunuzda çoktan dişleriniz parçalanmış, iş işten geçmiştir.

Bu hainlikler bundan 1000 yıl öncede vardı, 100 yıl öncede…  Bu günde var…

 Neredeyse çeyrek asırdır dışımızdaki düşmanla kıyasıya mücadele verirken birde içimizdeki düşmanla mücedele vermek zorunda kalıyor ve kalmaya devam ediyoruz.

Kökünden çekip kopartamasalarda dalları hep budana duran bu köklü devletin bazı eski iktidarları zaman zaman bir ergen tavrıyla bu müesses nizamın planlayıcılarına aykırı davranış göstermeye çalışsalarda  ihtiyaçlar hasıl olduğunda  hizaya geçmeyi  bilmişlerdi.

Tarihinde soykırım yaşatmamış bu devlet, son çeyrek asırdır mazlumu hatta tüm insanlığı sahiplenmeyi amaç edinen bir dava zemininde tam bağımsızlığını perçinlemeye çalışırken ‘’ soykırım’’ sorununun siyaset üstü ‘’milli bir mesele’’ olması gereken yerde adını anmak istemediğim bir takım mağfillerce ‘’ Ermeni soykırımı utancıyla yüzleşin’’ delaletine muhatap olmak yüreğimizi dağlayan bir acı verirken bununda,‘’ pirincin içindeki beyaz taş’’ olmanın gereğidir sanıyorum.

Düşman içimizde de olsa düşman düşmandır, yapacağını yapar, bu Habil’den Kabil’e kadar olmazsa olmazdır.

Ancak beni düşündüren iktidara namzet bir partinin; bu gafillerin delaletine araç olunmaması,  milli bir mesele olan‘’ soykırım ‘’ meselesinin ‘’pirincin siyah taşına’’ yani ABD ve AB’ye  daha fazla cesaret, kendi içimizde daha fazla kamuflaj imkanı verilmemesidir.

En üst perdeden beklerken ikinci perdedende olsa bu ‘’ politik minyatürleşme’’ ye  ‘’Ezik siyaset’’ üzerinden haddini bildirmek önemli iken, bu gibi milli meselelerde‘’politik rövanşizmi’’ bir tarafa bırakıp amasız, fakatsız, koşulsuz  ‘’ en üst perdeden’’ tavır almayı bu siyasi organizmaya kendi içinde hesaba çekme fırsatı tanırken belki yeniden kendine döndürme yönüyle ‘’ temkinli iyimserlikte’’ olsa gerekli görüyorum.