Bu soruyu kendimize soralım…

Bunu başarabilsek sorunun kaynağına ineceğiz, belki de ‘’EGO’’ kavramı birçok sorun olmaktan çıkıp sosyolojik ve psikolojik bir kavram olarak sosyoloji veya psikolojik literatürler olarak ders kitaplarında belki sadece bilgi olarak varlık kazanacak!

Ancak bizler bu habis kavramın psikoloji ders kitaplarında sadece bir bilgi olarak veya literatür bir kavram olarak kalmasına izin vermiyoruz.

Yaşam alanımızın bir parçası olarak varlığımıza bir meşguliyet kazandırsın, yeri geldiğinde insanlık onurunu aşağılamak adına da olsa boyun eğdiğimiz, rıza gösterdiğimiz literatür bir kavram olmaktan çıkıp eylem pratiğimizin bir parçası olsun istiyoruz.

Kısacası bu habis kavramını önceleyerek kendi boynumuza ilmiği kendimiz geçiriyoruz.

Mesela,

Barış varken savaş!

Hoşgörü varken kavga!

Alçakgönüllülük varken, alçaklığa gönüllülük!

Mütevazilik varken kibir!

Nedeni ise bir türlü durduramadığımız, baş edemediğimiz egomuz,  bencilliğimiz…

Hepsinin panzehiri ise; “Egoyu kontrol edebilme!”

Günlük hayattan kısaca çevremizden kendimizden örnek verelim.

Öncelikle kendinizle ilgili olarak egonuzu yani bencilliğinizi kontrol edebiliyor musunuz?

-Mesela, toplu taşımada rahatınızdan fedakarlık yapıp ayaktaki bir yaşlıya, engelliye veya hamile bir bayana yer vermeniz gerekirken, uyuyor numarasına yatıp bunu yaparken bu yaptığım doğrumu düşüncesiyle kendinizi sorguladığınız oldu mu?

-Kırmızı ışıkta geçerken, hiç hak ihlali yapmış olabilir miyim birinin hakkına girmiş olabilir miyim düşüncesine kapıldığınız oldu mu?

-İnsanlar çöplerden ekmek toplarken, çöpe döktüğünüz ekmeğin bir gün sizi hesaba çekeceğini hiç düşündünüz mü?

-Rengini dahi hatırlayamadığınız yüzlerce giysinizden üşümemek adına sadece bir tanesine ihtiyacı olabilecek bir insanın var olabileceğine hiç kafa yordunuz mu?

Veya sürekli daha konforlusuna ve büyüğüne sahip olmak için trilyonlarca para dökmekten kaçınmadığınız rezidansların sadece bir odasına ihtiyacı olan sokaktaki evsizlerin durumuna üzülüp ben ne yapmaya çalışıyorum öz eleştirisini kendinize reva gördünüz mü?

Bunları kendi düşüncenizde ve eylemlerinizde içselleştiremiyorsanız içinizde bir yerde “egosantrizm” denilen ben merkezci bir psikolojik hezeyanı yaşıyorsunuz demektir.

Dünyanın %10’luk kesimin dünyada elde edilen gelirin %85’ine sahip olduğunu biliyor muydunuz?

Geriye kalan %15’in,  %90’lık kesim arasında paylaşıldığını…

Bunca serveti olmasına rağmen insanoğlu neden hep daha fazlasını ister, haksızlığı hukuksuzluğu ve zalimliği gücünün yettiği kesim üzerinde denerken verdiği bir nefesi, bir daha geri alamayacağını neden düşünmez?

Rus yazar Lew Tolstoy’un bir sözü vardır: “Büyümek için büyümek sadece kanser hücresinin ideolojisidir.”

Sürekli büyüyen kontrol ederek sınırlayamadığımız isteklerimiz, arzularımız ve hırslarımız aslında psiko-patolojik bir hastalığa işaret etmektedir.

Çağımızda patolojik bir rahatsızlık olan kanseröz oluşum sadece kadavramızı ilgilendiren bir hastalık değildir. Bu kavram aynı zamanda psikiyatrik bir hastalık olarak ruhumuzu ve duygularımızı da esir alan, gittikçe büyüyen ve yayılan metastaz yapan bir hastalık olarak insanlığın her türlü yaşam alanına sirayet eden psişik bir duruma yönelmektedir.

Bu ruhsal handikap insanlığın yaradılış tıynetine muhalefet ederken beraberinde değer gören hilkatta yaratılanın üstünlüğüne, iftihar edilecek ve övünülecek özelliğine leke sürerek bu aşağılanma hissiyatını baskın hale getirmektedir.

Kabahati başka yerlerde aramak yerine öncelikle kendimizde aramalı, kendimizi sorgulamalıyız. Kendi dışımızda şahit olduğumuz birçok insanın başını sokacağı bir evi yokken bizler artık sıkıldık bahanesiyle standardın üstündeki evimizi değiştirmeyi denerken kendi dışımızdaki birçok gerçeği görmezden gelerek maalesef kendimizi iknaya mecbur hissettiğimiz kavramlar arkasına sığınmaya devam ediyoruz.  

Eğer bu söylenenlere zerre kadar kafa yormadan gülüp geçiyorsanız bilmelisiniz ki, sizde de bu “egosantrizm” denen “ben merkezcilik”  hastalığının bir  kalıntısı var demektir.