Nankörlük,  insanoğlunun fıtratında vardır.

Ağzınızla kuşta tutsanız takdir veya taltif görmek yerine maalesef  bazen tahkir veya aşağılanma  görebiliyorsunuz.

Ne yaparsanız yapın  yaptıklarınız bazen  karşılık göremeyebiliyor, menfaatler, çıkar odaklı tasavvurlar bazen gerçeklerin önüne geçebiliyor.

Bazen tüm yaşananlar ayan beyan ortada iken, gözlerinizin içine baka baka beyaza siyah, siyaha beyaz  denilebiliyor. Kafalar kuma gömülürken beraberinde bazı gerçekler  görülemeye biliniyor.

Bu sadece bizde değil insanlık olarak büyük bir çoğumuzda klişeleşmiş bir alışkanlık…

Ancak bizde biraz daha yoğun… Bunu sokaktaki adamdan tutunda en entelektüel gördüğümüz aydınlarımızda dahi görebilirsiniz.

Bir kesim var ki bu aydın geçinen sözde demokrat kesim, her zaman demokratik olduklarını iddia ederler. Bunlar demokratik kültürü kendi mahallelerindeki güruhun tekelinde görürken haktan, hukuktan ve özgürlüklerden bahsetmeyi kendilerini kamuoyunda ‘’parlatacak’’ en önemli enstrüman olarak görürler.

Ancak iş bu söylemleri ‘’eylem pratiğine’’ dönüştürmeyi talep etmeyi istediğinizde size saldırırken, en acımasız anti demokratik söylemleri yine demokratik gerçekliğin bir tezahürü olarak size karşı kullanırlar.

Sözde özgürlükleri savunurlarken kendilerini zorda bırakan fikir baskısı karşısında ‘’ liberal despotizm’’  denilen olguyu gerektiğinde kendilerine muhalif gördükleri kesimleri yola getirmenin aracı olarak görürler.

Bugün ülkenize çağ atlatacak hizmet ve projelere  imza atsanız, devletinizi bölgesel hatta küresel bir güç  haline de getirseniz dahi eğer ‘’öteki mahalledenseniz’’, karşı dünya görüşüne sahipseniz bu sözde entelijansiya kafa nezdinde aşağılanmaktan, hor görülmekten bir türlü kurtulamazsınız.

Hatta bunlar  sizi veya  size oy veren kitleleri ve bu kitlelerin tercihlerini, yaşam tarzını veya kültürel kazanımlarını hor görürler, küçümserler.

Birde bu kesimlerin okumamış ancak kendisini bir şekilde bir yeteneğiyle bir yerlere atmış, görünümüne çağdaş süsü vermiş  apaş sözde  kültürlü(!) bir kesim var ki bunlara Cumhuriyetin  kuruluş tarihini sorsanız inanın bu sorunun karşısında apaşıp  kalırlar.

Çünkü bu formalist  tiplerin  biçim ve şekilciliğe uzanan uçarı yaşam tarzları, donanımsızlıkları bunu kaldıramaz.

Bunu son yıllarda tüm yapılanlar ayan beyan ortada iken hala bir şey yapma çabasındaki iktidarın maruz kaldığı hakaretler, tehditler, aşağılama ve karalamaların bir türlü bitmemesinin nedenini demokratik kültürümüzü kendi dışındakilere layık görmeyen bu kesimlerin bağnazlığına bağlayabilirsiniz.

Bu hoşgörüsüzlük,  fanatizmin doğal bir sonucudur.

Birde tüm bunlardan ayrı daha marjinal bir kesim var ki bunlar, kendi mahallesi dışında gördükleri ancak kendi giyim, kuşam, inanç, yaşam tarzı gibi her halini hoş gören ancak  bunların bu hoşgörüsüne karşılık bu hoş görülüğü  hoş görememe hali içinde olan bir kesimde olduğunu unutmayalım.

Bu durum sosyolojik literatürde ‘’ asimetrik hoşgörü’’ olgusu ile  kendisi gibi olmayanları aşağılama, varlığına tahammül gösterememe hali ile açıklanabilir.

Bugün gelinen noktada bu kesimlerin pasif-agresifliğini,  saldırganlığını mevcut iktidarın  uzun süreli kesintisiz başarı grafiği karşısında  iktidar partisi ve onun liderini  destekleyen kitlenin yaşam tarzını küçümseme anlayışının yanında ‘’ fikri ideolojilerinin’’ fikri rekabette bir türlü iktidarı elde edememesinin getirdiği politik başarısızlığın bir projeksiyonu olarak anlamak gerekir.

Aslında bu durum kısaca, ‘’politik  rekabetteki zihniyet ezilmesi’’ dir.

Doğaldır siyasal mağlubiyet, büyük bir kızgınlık üretir. Ancak fanatizme dönüşmesi bir hastalık habercisidir.

Bunun sebepleri ya kişilik bozukluğudur yada sosyopat kişilik halini tanımlayan bir  sosyal hastalık halidir.

Nasıl ki futboldaki fanatizm, art arda gelen  yenilginin  ürettiği bir travma ve kızgınlık haliyse, politikadaki siyasal fanatizm de siyasal mağlubiyetin  ürettiği bir  sonuç olarak çıkıyor karşımıza…

Bugün ülkemizde küçük bir kesim hariç; sanatçısından, yazarına siyasetçisinden aydın geçinen veya uçarı yaşam tarzıyla çağdaş görünümlü çağdışı bu nefret locasının gerçekleri görememe, görse bile inkar reddiyesi üzerinden kişilik bozukluklarına kadar gidebilen ‘’Enregre Bağnazlığına’’ şahitlik ediyoruz.