Ufku insanın yönünü belirler. Çocukluk yıllarını ergenlik devralırken sevda yelleri gönülleri öyle nazik ve de şefkatle okşar ki, kişi kendini bulutların üzerinde uçtuğunu zannettiği olur. Halbuki hayatın içinde kendiliğinden veya mukadderatın çizdiği yolu değiştirmek istesek de mümkün olmaz diye düşünürüz bir çoğumuz. Öyle veya böyle hayat devam ederken her insan güzelden yana yol seçer, şansı yaver giderse ergenlik yıllarının eşi benzeri olamaz. Hele hele de ailede maddi durum el verirse senden iyisi yoktur arkadaşlar arasında…

İşte geçmişte böyle bir Lise yıllarını yaşamıştı Balkan dağları eteklerinde şirin mi şirin bir Kasabada. Günler su gibi akıp giderken gönlünde hayal ettiği mesleğe doğru adım adım yaklaşıyordu. Ailesi köyde olmasına rağmen, yakın mesafede bulunduğu için köyleri sık sık görüşürlerdi. En ufak bir olumsuz durum olmadığı gibi de, Allaha şükrederlerdi her zaman. Ana baba köylü olmanın gururuyla Devlet Kooperatifinde tarım işinde çalışırlardı. Ayrıca birkaç keçi koyun ve tavuk ördek de bakarlardı evlerinde…

Kasabanın tarihi bir geçmişi vardığını gösteren eski bir yerleşim yerinde surlar, sütunlar ve bir Müze de bulunuyordu. Osmanlı döneminden çok önce yedinci asırlardan kalma bu harabelerden dolayı mıdır bilinmez ama kasabaya Türkler Eski İstanbulluk derlerdi. Hatta bu ülkenin bir dönem Başkenti olduğunu tarih yazıyordu…

Liseyi bitirince bu tarihi şehirde, Hemşire okulunu çocukluğundan beri hayal olmaktan gerçeğe çevirme zamanı gelmişti uzun yıllar sonra. Deliorman’ın payitahtı bilinen Şumnu’ya kader onu sürükledi götürdü. Beyaz önlüklü, insan ömrüne can katmak gayeli Hemşire Okulunda buluverdi kendini. Mutluluk içine dolmuştu, dünya sanki onun olmuştu. Üstelik bir de çok sevdiği halası da buradaydı. Şansı yüzüne gülüverdi esir topraklarında. Yeni arkadaşlar edindi Gerlova ve Deliorman köylerinden. Allah’ın dediği olur diye düşündü durdu.

Yıllar çabuk geldi geçti sağlık olunca. Okulunu başarıyla tamamladı ve görevi çıktı Deliorman yöresinde güzel bir köye. Sevdi burasının Türk asıllı ahalisini. Hizmet te kusursuz olmak en büyük sevdasıydı. Canla başla çalışmaları sürerken, gönlünü kaptırdı Deliormanlı bir yiğide. Gel zaman git zaman derken evlilikle noktalandı sevdaları. İlk yıllarda bir kız çocukları oldu ve sonraki yıllarda da oğlan çocukları mest etmişti aileyi. Çocuklar daha fazla dede ve nene tarafından bakıldığı için kendisi Sağlık Ocağında işine devam ediyordu. Eşi de şoförlük mesleğini yapıyordu köylerinde. Her şey yolunda giderken ne ev ne araba derdi kalmıştı ama, Bulgar barbarlığı yakıp yıkıyordu Türk ellerini Balkan dağları boylarında. Yıllar öncesi 1962 de Romanları (Çingenelerin) bir kısmını kıyak yapılıyormuş gibi bir hava estirerek Türk isimlerine sahip olan Romanlar Slav ismi verilerek şehirlerde ikamet edenleri Bulgarlaştırdılar. Kendileri ikinci sınıf vatandaşlıktan kurtulup, güya birinci sınıf vatandaşı yapıldılar. İkinci bir hamle ile Pomak Türklerini 1974 te Bulgarlaştırdılar. İleri gelen Pomak okur yazar takımı bu işe olumlu baksalar da, Müslümanlığı benimsemiş bulunan Slav dilini konuşan (Bulgar Muhammetleri) diye nitelendirdikleri Pomak topluluğundan bazı kişiler Türk yörelerine göç ederek kamufle olmaya çalıştılar. Gerlova köylerine akın edip yerleşen Pomak ahalisi ne bilsin ki sıranın Türklere geleceğini. Yine geri kalan Çingenleri 1981 – 1983 yıllarında tamamını Bulgarlaştırdılar. Ve sene 1984 te Ocak ayında Türkleri Bulgarlaştırma kampanyası başlatıldı. Sıra Türk halkına geldiğini sezenler varsa da, ’’ yapamazlar’’ gibi kendilerini teselli edenler oldu. Çok zaman geçmeden Türkçe öğretimi yasak ettiler ve Türk okulları kapatıldı. Türkçe gazeteler önce yüzde elli gibi Bulgarca yazılmaya başlatıldı ve sonra da Türkçe kaldırıldı. Sıra Bulgarlaştırmaya gelmişti. Mevki sahibi Türkleri Milis Müdürlüklerine çağırıp gönüllü isim değiştirmelerini zorladılar, fakat randıman alamadılar. Karşı gelenleri ‘Belene’ cezaevine sürdüler. Milisler Türk yörelerine hücum ettiler ve 1984 Aralık ayında askeri birlikler Tank ve toplarla baskınlar düzenlediler. Kanlı Aralık olarak tarihe geçti… 1985 yılının Mart ayında en az beş yüz Türk Belene Temerküz Kampına tıkıldı. Rodoplar, Deliorman ve Gerlova Türk yörelerinde direnişler başladı. Türkan bebek annesinin kucağında Şehit oldu. Alvanlar ( Yablanovo) da çok sayıda Türk katledildi, Tanklar sokak sokak gezdi ve insanları ezdi. Helikopterler havadan destek verdi. Bu işkencelere rağmen Türkler geri adım atmadı ama sürgün ve işkenceler devam etti. Todor Jifkov işin içinden çıkamayınca Türklere Avrupa vizesi vermeye başladı ve direniş gösterenleri ülke dışına gönderiyordu. Rus Lideri Gorbaçov ‘’Glasnost i Prestroyka’’ ‘’Çok seslilik ve Yenilenme’’ sloganı ile SSCB ni Marksizmin pençesinden kurtarmayı ve Berlin duvarının yıkılmasını sağlarken, Türklere Türkiye sınır kapılarını açmasını Jivkov’a emretti. Başbakan Turgut Özal bu olayı seve seve karşıladı ve üç yüz elli binden fazla Bulgaristan Türkünü ‘’Soydaş’’ olarak Anadolu’nun her iline gönderdi. Tam bu dönemde işlerinden Türklüğü için atılanlar arasında bu genç Hemşire ve eşi de vardı. Düşünecek zaman yoktu, çalıştırdılar Lada arabalarını ve ver elini ‘Yeşil Bursa’. Yollar Kapı Kuleye yaklaştıkça adım adım günlerce yolculuk sürdü. Nihayet Bursa’ya gelmişlerdi. Istırap işkence bitmişti ama yeni bir hayata başlamak ilk yıllarda canlarına tak demişti. İki küçük çocuk ve iş güç bulmak için çalmadık kapı bırakılmadı. İğne ve pansuman işleri ile başlayan Hemşirelik, zamanla Orhan Gazi Devlet Hastanesinde selamete kavuşmuştu bir nebze. Zorlu mecburi geliş gidişler bile sındırmadı onu. Lakin eşi bir türlü adapte olamadı bu şartlara ve ver elini Çorlu. Akraba şirketi elemanı olarak çalışmak öyle kolay değildi. Sağlık sorunları baş gösterdi. Psikoloji sorunları aileyi sarsmıştı. Her şeye göğüs germeye gayret ederken yine bir ters göç te Çorlu’dan Bursa’ya mecburi oldu. Nereye gitseler Beyi huzur bulmadı. Ailevi başka sorunlar eklendi durdu. Zor zar giden evliliğin son noktaya yaklaştığını görmüşlerdi ama iki evlat bellerini büküyordu. Sağlığı tam bozulmuştu ki ne yapacağını dahi kendisi de bilemiyordu. Yıllar biraz da böyle geldi geçti, kah beraber kah eş ana baba evinde. Nikahlı ayrılık yılları, buna da razı olan Hemşire hanım bir türlü eşini mutlu edemiyordu. Kaderleri el koydu bu olumsuz gidişata, ‘Karaman’ mahallesi camisinde okundu eşinin vefat salası. Ölenle ölünmez ne çare. Başa gelen çekilir bu dünyada. ‘Yeşil Bursa’ yeşillikler içinde varlığını sürdürürken, o başa gelen her şeye razı olmak mecburiyeti karanlığında kala kaldı öz barkında. Ama Bulgar Barbarlığından kurtarmıştı çocuklarını ilelebet. Türklük gururu biricik tesellisi oldu, ömrünün son baharında… Esen kalın

Eşref Özgür – Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu Bilim Danışma Kurulu Üyesi