Uzun zamandır ilk defa güneşin doğuşuyla birlikte uyandım. Bugün salgının tüm dünyayı terk etmesinden sonraki ilk gün. Yüzümü, gönlümü aydınlatan güneş ışınlarının hiç bir dakikasını kaçırmamalıydım. Şimdi düşünüyorum da meğer ne kadar bonkörce harcamışız zamanı. Küçük bir hesap yapınca fark ettim günde 8-9 bazen 10 saat uyuyarak neredeyse ömrümün yarısına yakın bir zamanını yatakta geçirmiştim.

Evden dışarı çıkar çıkmaz kendimi sahile attım.  Portakal çiçeği festivalinden sonra Mersin sahilini ilk defa bu kadar kalabalık görüyordum. Çoluk çocuk, genç yaşlı demeden herkes buradaydı. Yüzlerde; o ürkütücü maskeler yerine tebessüm vardı. Tanıyan tanımayan herkes birbirine selam verip gülümsüyordu. Bir kısım ise bayram namazı sonrası cemaatin topluca bayramlaştığı gibi iskelede toplanmış birbirlerinin elini sıkıp tokalaşıyordu. Bende hemen aralarına karışmaya karar verdim daha önce yüzlerini bile görmediğim onlarca kişiye sarılıp kucaklaştım. Aslında yıllarca aramıza mesafe koyduğumuz, görmezden geldiğimiz, en ufak bir hatasına bile katlanamadığımız, tanımadığımız için selam bile vermediğimiz insanlar ne kadar iyi kalpliymiş.

Sahil faslı bittikten sonra arabayla Marina’ya geçmeye karar verdim. Trafik çok kalabalık olmasına rağmen hiç kimse kornaya bile basmıyordu. Herkes yüzünde bir gülümseme ile bırak birbirini sollamayı adeta karşıdakine  yol vermek için yarışıyor gibiydi. Küfredenler, kornaya basanlar, kırmızı ışıkta geçmeye çalışanlar, makas atanlar, yayalara yol vermeyenler hepsi sanki format atılmışçasına kaybolmuştu. Marina güvenliği aracın bagajını kontrol ederken bir an düşünme fırsatı buldum. Sabretmek, paylaşmak, saygı duymak ne kadar da güzelleştiriyormuş hayatı.

Devam Edeceğim...