Milis kimliklerini kontrol edince Osman ve Yusuf ustayı tartakladılar ve feci bir şekilde dayak attılar. Gözlerini sıkı bir şekilde bağladılar her ikisinin de. Sonra bir arabanın bagajına tıktılar ve yolculuk başladı. Ne nereye gittiklerini, ne de ne olacakları hakkında bir bilgileri yoktu. Saatlerce yolculuk yaptılar, zaman zaman biryerlerde durup mola veriyorladı ama, onlara birşey diyen yoktu. Ne de tuvalet ihtiyaçları için bile kimse izin vermiyordu. Sanki bu iki Türk katliam işlemişti biryerlerde. Öyle bile olsa yine bu işin bir adli tarafı olması gerekmez mi? Bulgar Milisi, Türkler için hak hukuk tanımadığını belli edyordu. Jifkof rejimi hüküm sürüyordu buralarda. Bu canice işkenceye maaruz kalmak için, Türk olmak yeterdi. Karl-Marks ideolojisi böyle emrediyordu , emir kulu Bulgar Milis görevlisine. İman ve inanç taşıyan kişi yapabilirmiydi bu işkenceyi. Zaten bundan olsa gerek, "din bir zehirdir" diye onu yok etmeye çalıştılar yıllar yılı...

İki gün iki gece sürdü bu yolculuk, zaman zaman verdikleri molalar da dayak attılar. Kaç sefer şoför ve Milis ekibi değişti haberleri tabii ki yoktu. Nihayet bir yerde bağaj kapısı açıldı ve "Bu iki nankör Türk" dedi birisi. "Atın nezarete" diye emir verdi Şef. Ayağa kalkacak durumları kalmamıştı. Kol ve bacaklarından tutarak indirdiler yere, sonra sürüklediler zemin katta ki nezarethaneye...

Sorgulama uzun zaman devam etti. Osman ve Yusuf usta ayrı koğuşlara aktarıldı. Sliven Emniyet Müdürlüğü Dairesi sorgularken " Biz Bulgar halkını şikayet etmek için mi Türkiye'ye kaçmak istediniz ?" sorusu tekrar tekrar soruldu ve öldüresiye dövdüler.