“Ne kadar kurtulmaya çalışırsanız çalışın; tarihiniz peşinizden koşar.”

Bugün emperyalist güçler kimlerdir sorusuna verilecek cevap kısaca şudur: “Geçmişin emperyalist güçleri kimlerse bugün de onlardır.”

ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, vs…

Bugün Türkiye’ye ABD başta Fransa’sından, Almanya’sına AB’nin anglo-sakson ülkeleri izdüşümünde emperyalizmin kuşatılmışlığı altında ‘’dik başlı’’ davranmanın hesabı sorulmaya çalışılıyor.

Kuzey Suriye’deki terör oluşum için hala ‘’umsunma’’ içinde  medet umdukları ABD’ye teşne olmuş HDP’yi saymazsak parlamentodaki 4 parti ortak bir bildiriyle CAATSA yaptırımlarını kınayarak ‘’onurlu bir duruş’’ sergiliyorlar.

Bu ortak çaba muhalefetin ileride; ‘’amalarıyla, fakatlarıyla, lakinleriyle’’ bozulmazsa bu sonuç AB’nin Mart ayındaki Türkiye’ye yaptırım ertelemesindeki kararında etkili olacağı gibi reva gördükleri  tek taraflı hukuksuzluklarına da haysiyetli bir cevap olacak.

Zira AB, bu monolitik birlikteliğin kümülatif gücü karşısındaki davranış tarzını Türkiye’nin pozisyonuna göre belirleyecek, yaptırım kararlarının detaylarını buna göre şekillendirecek.

Elbette bugün gerek ABD gerekse AB’nin ısrarlı kuşatma çabalarının geçmişten gelen, bugün net olarak ortaya çıkmış sebepleri var.

Şunu herkesin kafasına sokması lazım artık. Türkiye artık emperyalist batının kontrol edebildiği, yörüngesinde hareket eden, otur dediğinde oturan, kalk dediğinde kalkan Yunanistan, Ermenistan ve Arap coğrafyasındaki ülkeler gibi ‘’emir eri’’ bir ülke değil.

‘’Şu açık ki öyle olmuş olsaydı zaten bugün bütün bunları yaşamazdık.’’

Kim ne derse desin hep oryantalist perspektiften algıladıkları Türkiye, NATO bünyesinde gerek İran gerekse Rusya tehdidine karşı ABD’den sonra NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip ülkesi olarak körü körüne Batı’ya hizmet eden NATO’nun en doğu sınırını  koruyan ‘’mayın eşeği’’ değil artık.

Onlar geçmişteki eski Türkiye’yi, kendi gelecek tasavvurları için hayal ettikleri bir nostaljinin peşindeler. Sömürgeci batı, savunma sanayindeki bağımlılığımızın bittiğini, hard power (sert güç) ve soft power (yumuşak güç)  yani askeri, lojistik ve etki gücümüzü görmezden gelip yüzümüze haykıramadığı ikiyüzlülüğü ile parmak sallayarak aslında şu soruları sormak istiyorlar:

- Doğu Akdeniz’de hakkımızı arama çabamız karşısında;  ne işin var Doğu Akdeniz’de?..

-Köken kabul ettiğimiz Olimposun çocukları Yunanistan’ın; Doğu Akdeniz ve Ege’deki  çıkarlarına neden tavır koyuyorsun?

 -Dünyayı restore eden güçler olarak Libya’da ancak biz söz söyleriz, sen kimsin ki Libya’da koşul değiştirme çabasındasın?

-Arap coğrafyasını nasıl İsrail’le kontrol ediyorsak hemen güneyinizde Suriye’nin kuzeyinde İran’ı, Rusya’yı, Güney Kafkasya’yı kontrol edebileceğimiz aparat bir terör devleti kuracağız  sen neden Fırat kalkanı, Barış Pınarı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla buna müdahale ettin, ne haddine senin, nereden çıktı bu operasyonlar?

-Zaten Azarbeycan’a verdiğin silah, lojistik ve eğitim desteğinle güdümümüzdeki Ermenistan’ı Rusya’nın kucağına yeniden oturtup ABD, Fransa ve Almanya olarak bizi bu bölgede pasifize edip etkisiz eleman olarak bıraktın sen kimsin ki böyle bir şeye cüret edersin?

Soruları ile kanlanmasını bekledikleri emperyalist damarlarını ortaya çıkartıp, sömürge iştahlarıyla ağızlarından salyalar akarak güya ders vermek istemekte kendilerine eskiden olduğu gibi koşulsuz biat edecek, değirmenlerine su taşıyacak ‘’tescilli saka’’ bir ülke tasavvur ediyorlar .

Elbette bu sürecin bir kronolojik geçmişi var.

‘’ Emperyalist entegrasyon’’ yani sömürgecilikte bütünleşmeyi tanımlayan bu kavramın gerekliliğini Türkiye’ye karşı sömürgeci zihinde ilk olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’de yaptığı konuşmayla ‘’ dünya beşten büyüktür’’ manifestosu, 2009 Davos zirvesindeki ‘’ one minute’’ çıkışındaki etki olarak ABD’sinden AB’ye, Rusya’sından İsrail ve Arap coğrafyasına kadar hissedebiliyoruz artık.

Rusya ve İran’ı Ortadoğu’da dengeleyecek devlet Türkiye’den ayrı olarak; eğilmeyen, bükülmeyen diz çöktüremediği bu dik duruş ile emperyalist batının fiyakasını çizen, dayatmalarını paçavra olarak yırtıp çöpe atan bu eski dünya düzenine başkaldıran bu aykırı kişilik, bir türlü kontrol edemediği Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında batının demokrasi dışı yollarla bertaraf etmek istediği..

Biz bu sömürgeci damarın saldırılarını 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971,12 Eylül 1980, 27 Şubat 1997 ve 16 Temmuz 2016’da zaten yaşadık.

Bilmedikleri şey: ‘’ Islanmışın yağmurdan korkusu olmaz!’’

Biz yine bunu yaşarız. Yine tüm kesimlerimizle dik dururuz. Müstemlekeliğe boyun eğmeyiz. Can veririz ancak bağımsızlığımızdan, özgürlüğümüzden zinhar ödün vermeyiz. Her gün öleceğimize bir kere ölürüz ancak kokuşmuş sömürge iştahlarınıza meze olmayız.

 Yiğit sarsılır; Yere yıkılmaz!