“Yüzyıl önce dayatılmaya çalışılan Sevr’in bir benzerini, bugün Doğu Akdeniz’de, Ege’de yırtıp atmaya çalışıyoruz.”

Bu sözlerin sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan…

Cumhurbaşkanı bu sözleriyle dış cepheye bir mesaj vermeye çalışırken, iç cepheye, muhalefete de bugün “amasız, fakatsız, lakinsiz” birlikte olmaya, surda gedik açtırmamaya ihtiyacımız var demeye getiriyor.

Tartışmasız söyledikleri doğru…  Ve bize dayatılan ikinci Sevr karşısında duygusal fanatizmden uzak;  iktidarıyla, muhalefetiyle sağcısıyla solcusuyla tüm kesimleriyle bugünlerde birlik olmanın tek yürek, tek duruş göstermenin tam zamanı…

Bugün olmazsa yarınlarda belki hiçbir zaman bu birlikteliğe bu kadar çok ihtiyacımız olmayacak. Yaşadığımız koşullar kritik bir süreci tanımlamakla kalmıyor, yaşayacağımız bir zaafiyetin aynı zamanda telafisi imkansız sonuçlar doğurabileceğine de işaret ediyor.

Misal, İnebahtı’da ilk defa bozguna uğrayan Osmanlı donanması için Sokullu Mehmet Paşa’nın Venedik büyükelçisine söylediği: "Biz sizden Kıbrıs Krallığı'nı alarak kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı yenmekle bizim sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür biter.” sözü aklıma geldi.

Daha öncede bahsetmiştim Lozan uluslararası alanda savaştan yeni çıkmış bir ulus olarak siyasi bağımsızlığımızı perçinleyen bir antlaşma olsa da adalar kaybedilmekle aynı zamanda kesilen kolumuz oldu.

Bugün artık Lozan ve Paris antlaşmalarıyla kaybettiğimiz Ege ve Akdeniz adalarının yerine gelmesi kolay değil. Bunun içindir ki gerek Ege ve gerekse Doğu Akdeniz’de taviz vermek geriye dönüşü mümkün olmayan sonuçlar açısından değerlendirildiğinde daha dikkatli ve bir o kadarda ısrarcı davranmamız gereken kritik bir eşik olduğunu hepimizin bilmesi gerekiyor.

Geçen haftalarda Almanya Başbakanı Merkel, Ege ve Akdeniz’de Yunan haksızlığını bilmesine rağmen AB olarak Yunanistan’ın yanında olmaya devam edeceklerini söylemişti.

Bu mesaj ekonomik birliktelik taşıyan uluslararası bir örgütün gerek siyasi gerekse haçlı ruhu idealinin yeniden depreşmesi ile koşulsuz bir refleks gösterisi iken, biz kendi ülkemize ait kendimizle ilgili meselelerde muhalefet olarak aynı idealleri, aynı din ve kültür bagajına sahip olmamıza rağmen neden bir AB gibi davranamadığımızı yazmıştım.

Oysa biz iç meselelerde birbirimizi kıyasıya eleştirsek te ulusal meselelerde yeri geldiğinde “kan kusup, kızılcık şerbeti içtik” diyebilmemiz gerekmiyor mu?

Kıyıdaş olmamalarına rağmen bakıyorsun Fransa, BAE, Rusya, ABD Doğu Akdeniz’de…

O zaman kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: “Biz bu dayatmanın neresindeyiz, bizim kendi iç muhalefetimiz nerede, kendi iç cephemiz nerede başlıyor nerede bitiyor?..”

İç muhalefette iktidarı kıyasıya eleştiren siyasetçisinden, entellektüeline, sivil toplum kuruluşlarından  inisiyatif alabilecek tüm kesimler nerede, bu ulusal meselede neden sesleri çıkmıyor sorusunu sormak gerekmiyor mu?..

Haklı olarak bu sorulara cevap aramak kümülatif siyaseti, ulusal meselelerin bir aracı kılmak gerekmiyor mu artık?..

Konuyu neden sonuç diyalektiğinde değerlendirdiğimizde maalesef  iç siyasetteki “kanıksanmış ideolojik körlüğümüzün” duygusal fanatizmlerimizle birlikte ulusal siyasete de yansıdığını görüyoruz.

Duygusal bir millet olarak geçmişte yaşadığımız toplumsal veya siyasal travmalar duygusallığımız yüzünden çok şey kaybettirdi. Lozan’da savaştan yeni çıkmanın getirdiği ortam birde tecrübesizlik eklenince kendimizi istediğimiz gibi savunmamıza fırsat tanımadı.

1947’de davet edilmemize rağmen Paris Konferansının getirisi olmayacağı yönündeki ümitsizliğimiz, 12 adanın İtalya tarafından Yunanistan’a bırakılmasıyla sonuçlandı. Bugün kaybettiklerimizle ilgili olarak dövünüyoruz. Ancak  bugün dövünmenin, vahların, tühlerin bir karşılığı yok artık!..

2000 öncesi Yunan ve Türk dışişleri bakanlarının neredeyse Ege’nin iki yakasını bir araya getirecek hayallerle rakı içip, sirtaki oynamak gibi fantastik hayallerimizi hatırladım. Şunu açıkça bilmek gerekiyor. Sorunla yaşamak ve sorunla büyümek Yunanistan en büyük argümanıdır, her zamanda öyle olmuştur. Yunanlılar, Ege’nin bir Yunan denizi olduğunu kabul edersen eğer sahada ödün verirsen ancak masaya oturur. Bunları yapmazsan sadece rakı içer, çıkıp sirtaki oynarsın, o kadar!..

Yunan kamuoyunun bilgilerini aktaran Yunan muhabirlerinden öğreniyoruz ki ekonomisi iflas etmiş, gönüllü asker bulmakta büyük zorluklar yaşayan Atina’nın, muhalefetinden iktidarına Türkiye ile ilgili konularda bütünleşik bir yapı, sağlam bir birliktelik oluşturduğu gibi Türkiye lehine gelişecek hiçbir argümanın Yunan kamuoyunda kabul görmeyeceğini ifade ediyorlar.

O zaman sorun bizimle ilgili… Biz neden benzer ulusal meselelerde bir tunç gibi tüm kesimlerimizle sesi gür çıkan destekler yerine kerhen verilen destekler ile ancak cılız bütünleşik bir yapı oluşturabiliyoruz.

Bugün artık kör döğüşüne, kısır çekişmelere özellikle ulusal meselelerde fırsat vermemeliyiz. İktidarıyla muhalefetiyle artık kanıksanmış ideolojik körlüğümüzü duygusal fanatizmlerimize alet etmemeli, “enerji jeopolitiği” üzerinden bugün Ege ve Doğu Akdeniz’de yapmaya çalıştığımız kıyasıya mücadelenin bir gelecek ve bağımsızlık meselesi olduğunun  farkında olmalıyız.

Bunu için yarın çok geç olabilir…