90’lı yılların ikinci çeyreğiydi sanıyorum.

Sol’un kalesi olan Tarsus’ta yıkılamaz denilen sol yıkılmış yerine 1994’te başlayıp kesintisiz beş dönem sürecek Burhanettin Kocamaz dönemi başlamıştı.

İşte o dönemlerde bir yakınım  fakir fukaranın garip gurabanın sahipleneni   “gariban babası” bir doktordan  dem vurmuş, muayene ettiği kişilerin parasız, gariban olanlarını ücretsiz muayene edip ücret almadığını hatta elindeki  numune ilaçlardan ihtiyacı olanlara dağıttığından bahsetmişti. Bana göre insanların hastalıkla mücadelesinde yaşadığı o karamsarlık sağanağında bir nevi saçak altı olmak gibi bir şeydi bu davranış…

Bu anlatılanlar bana zenginden alıp fakire veren ilk okuduğum kitaplardan biri olan İngiliz halk kahramanı “Robin Hood” efsanesini anımsatıyordu.

Ben o zamanlarda tüm bunların bir söylenti olduğunu kafamdaki para kazanmada birbirleriyle neredeyse kıyasıya rekabet halinde olan klişe doktor zaviyesinden bunun ancak bir şehir efsanesi olabileceğini düşünüyordum.

Bir zaman sonra bu sıra dışı farklı mizaçlı doktoru bir partiden belediye başkan adayı olarak gördüm siyaset sahnesinde… Şaşırmadım da değil… Bu tip vicdan ve merhamet sahibi adamların ne işi olurdu siyasette… Çünkü o hepimizin bildiği siyaset, yufka yürekli, hassas insanların işi değildi...

Zira siyaset; acımasızdır… Birileri tepelenerek birilerinin üstüne basılarak mesafe alınır, bu yol bazen birilerine çelme takıp düşürülerek yürünürdü.

Tüm bunlara rağmen bu sıra dışı doktor son yerel seçimlerde rakibini alt ederek sırf geçmişten gelen “gariban babası” sıfatının toplumsal rezerv olarak biriktirdikleriyle belediye başkanlığında ipi göğüslemişti.

Geçenlerde bir dostumu ziyarete gitmiştim. O ilçede yaşayan biri olarak konu siyasete gelip dayandığında bu belediye başkanından memnuniyetini sormuş belediyecilikte yeterince tanımadığım başkanın icraatlarını anlatmasını istemiştim.

Düşüncem o günkü gariban babasından başkan sıfatıyla bu günkü gariban babasına ne kadar eser kaldığını analiz etmekti. Çünkü insanoğlunun  fıtratında vardır, yükselirken kalitesi düşerken karakteri belli olurmuş… Özellikle biraz mesafe aldı mı yürüyüşü, yükseklere tırmandıkça havası değişirmiş.

Dostum anlattıkça anlatıyor, belediye başkanı olduğundan bu yana görevine makam aracıyla değil de kendi özel aracıyla gelip gittiğini söylüyor, işe alacakların mülakatına kendisinin girdiğini nerede gariban evine helaliyle ekmek götürmek isteyen ancak bir dayısı, bir torpili veya herhangi bir siyasal referansı olmayan ne kadar ihtiyaç sahibi kişi varsa onları belediyeye aldığından bahsediyordu.

Ayrıca hangi siyasi görüşten, hangi fikri ideolojiden olursa olsun müdüründen memuruna, işçisinden güvenlik personeline emeğe olan saygısından işten çıkarımlar yapmadığından dem vuruyordu.

Dostum tüm bunları anlatırken aklıma Mersin Büyükşehir Belediyesi ile aynı ideolojik perspektifin birer parçası olmalarına rağmen birinin ideolojik taassubiyet uğruna “sözde emeğe” saygıyla işçi çıkarımlarını gündeminden bir türlü eksiltmezken bu sıra dışı mütevazi doktor başkanın “özde emeğe” saygısını, işçi çıkarımlarını aklından dahi geçirmeme fikriyatıyla, küçüldükçe büyüyen mütevaziliğiyle benim algı dünyamda ne kadarda büyüdüğünü düşündüm.

Birisinin eylemleriyle geçtiğimiz kışın ayazında insanlara “vicdan üşümesi” yaşatırken bu mütevazi başkanın tam tersi kendi emekçilerini kucaklayarak bu insanlara nasıl bir “vicdan ısınması” yaşattığını hissettim…

Tüm bunlar ortada iken Tarsus halkının bu fazla demokrat, fazla hoşgörülü ve fazla “filantrop” veya insancıl kısaca bir yönetici liderlik tipi olan “hizmetkar liderlik” karakterli başkan tipini “yöneticilikte pasif kalmakla” itham etmesi beni şaşırtmamıştı. 

Zira Ortadoğu toplumlarında olduğu gibi Türk insanın bir özelliği de otoriteye tapmasıdır. Dolayısıyla kendi yöneteninde fazla demokratlığı, fazla hoşgörüyü  hoş görmez. “Karizmatik liderlik” tipi vazgeçilmezidir. Fazla demokratlığı, fazla hgörüyü  görevine bisikletiyle gidip gelen bir Avrupalı siyasetçi, yönetici veya Belediye Başkanına yakıştırır, onu yere göğe sığdıramaz. Bunu bir Türk siyasetçi, yönetici veya Belediye Başkanı yapmaya kalkarsa pasiflikle suçladığı gibi bir daha da seçmeye değer görmez.

Otoriter ol demiyorum Haluk Başkana, çünkü otoriter olmak “yetkisini kendisine hiçbir sınır koymadan kullanan buyurgan” başkan tipidir ve bu onun karakterine uymaz.

Ancak naçizane otorite sahibi olmayı tavsiye edebilirim. Çünkü otorite sahibi olmak daha karakterli daha masum yönetici tipidir. Çünkü bu yönetim tarzı “disiplinle” birlikte insanlara “etki ederek, dokunarak yol alma, yönetme gücü ve karakterini”  ifade eder.

Sonuç olarak Haluk Bozdoğan Başkanla aynı siyasal ideoloji ve dünya görüşünün birer parçası değiliz belki ama... Ortak karakterimiz “İnsana  ve emeğe saygının aynı ideolojik gönüllüsüyüz…”

Başarılar diliyorum.