Bu ülkede dünden bugüne siyasetinden ekonomisine, yaşam biçiminden fikir hiyerarşisine kadar aslında paradigmalar mücadelesi bir “değerler” savaşı yaşanıyor.

Bu mücadele toplumsal alanın bütün mecralarında kendini hissettirse de pratik veya tecrübe bağlamında en etkili olduğu alan olan politikada,  daha etkin daha fazla hissedilmektedir.

Fikri değerlerin en önemli uygulama alanı olan politika, düşünce kavramının demokratik çerçevede toplumsal bünyeye enjeksiyonu yönüyle her daim en kullanışlı araç olagelmiştir.

Politika en kullanışlı araç olarak bazen belli vesayet odakları için bazen de bu vesayet odaklarına stepne vazifesi gören entelektüel çevre için bu amaca matuf zihniyetin aracı olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarına bakın! Rejim yeniden inşa olurken okuma yazma oranı düşük bir toplum olarak bir nebze okumuş kesim devlet hizmetine alınmış ve bu kesim üzerinden tek parça monolitik bir toplumsal yapı, fikir hiyerarşisi bağlamında da tek renkli monokromik bir fikri değer oluşturulmaya çalışılmıştır.

Toplum o günden düne kadar, devlet iktidarını her daim elinde tutan ve iktidarın getirdiği nimetleri kullanarak kanlanan ve sermaye zümresini temsil eden “mali oligarşik” yapının sahibi seçkin “Beyaz Türkler” ile bunların dışında kalıp iktidarın ve gücün dışında tutulan vasıfsız ve gereksiz çoğunluk olarak kabul gören  “ötekiler” şeklinde kategorize edilmiştir.

Bu zihniyetin  aydın geçinen kesimini temsil eden entelektüel elitistler, her daim kendilerini iktidara namzet saymışlar kendileri dışındaki oluşumları ise hep  kifayetsiz ve hakir görerek bunları çoğulcu demokrasiye geçildiği 1946 ve iktidarı kaybettikleri 1950’li yıllara kadar sadece şekli veya formel demokrasinin sadece bir aracı olarak kabul etmişlerdir. Yani düne kadar, nüfusun yüzde on beşini oluşturan kesim yüzde seksen beşi yönetmiştir. Bunun adına da sosyolojik literatürde “demokratik elitizim” yani seçkinlerin demokrasisi adını vermişlerdir.

İktidarın büyük ölçüde el değiştirmesiyle bugün dahi devam eden, bünyede hazımsızlık sendromu oluşturan sindirim zorluğunun sebebi işte devam eden bu izdüşümünün bir yansımasıdır.

-Geçmişe bir yolculuk yaptığımızda mesela; yaşanan 1960 ihtilali ve Adnan MENDERES’in idamını bundan ayrı düşünebilir miyiz?

-1970 ve ara dönemlerde yaşanan birçok muhtırayı,1980 ihtilalini, 28 Şubat’ı, 27 Nisan 2007’de yaşanan Cumhurbaşkanlığı krizini, 16 Nisan 2017 yılında Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesine yönelik referanduma karşı duruşu bu anlayışın pratize ettiği siyaset mühendisliğinin projeksiyonundan farklı düşünebilmek mümkün mü?

Veya 15 temmuz darbesine cüret eden cuntacıların bu cüretkarlığına darbe tehlikesinin paratonerize edilip etkisizleştirilmesine kadar ki sürede acaba darbe başarıya ulaşabilir mi  beklentisiyle sessiz kalarak zımni olarak destek veren  bilindik çevrelerin bu duruşunu bu mantalitenin tezahüründen farklı düşünebilmek..?

Mesela 15 Temmuz’u iyi analiz ederseniz meydanlarda haykıran, tankların altına yatan ve şehit edilenler arasında entelektüel elit geçinen güruhu değil bu ülkede geçmişte hep zenci muamelesi görmüş vatanını karşılıksız seven işçi, memur, çiftçi, esnaf, köylü gibi toplumun her renginden insanları görürsünüz.

Düne kadar en iyi okullarda okuyan, en iyi yerlerde olan, hariciyede veya ülke siyasetinde veya mali oligarşide söz sahibi olan sıradan bir vatandaş çocuğuna rastladınız mı?

Son yıllarda sermaye Anadolu’ya akmaya başlayınca “düşük beceri tuzağı” döngüsünün kırıldığını yıllarca başkalarına vakfedilmiş uhtelerin, özlemlerin ete kemiğe büründüğüne şahitlik ediyoruz.

Örneğin, kendisi dışındakileri zenci gören sözde bu üst kültür odaklarının yalnızca 15 Temmuz gecesi evden bankamatikleri boşaltmak ve gıda reyonlarını yağmalamak için çıktığını tüm bunlara şahit olan biri olarak söylemeye gerek yok sanırım.  

Yıllarca terlemeden iktidarın tarafı olmuş bu anlayışın;  her dönem benzer bir mücadelenin rövanşını almak çabası içinde olduğu bu mücadelenin kamufle bir biçimde hala histeri düzeyinde zihinlerde canlı durduğunu söylemenin bir paranoyaklık olduğunu düşünmüyorum.

Ha birde geçmişte milliyetçi-muhafazakar anlayışı savunupta bugün siyasal hesap uğruna yıllarca mücadele verdiklerinin tarafında yer alarak hesaplarını tedavüle sokmak için eylem pratiklerini kuluçkaya yatıranları saymıyorum.

Bu bir zihniyet mücadelesi…  Habil ve Kabil’den beri bu bakış açısı, bu mücadele var oldu ve dünya durdukça bu mücadele var olmaya devam edecek.