“Ya sırtımıza alıp taşıyoruz, ya da ayağımızın altına alıp çiğniyoruz. Öğrenemedik bir türlü yan yana yürümeyi…”

İranlı şair Ömer Hayyam; yaratılış fıtratının insana bahşettiği bu mayayı  dönemin koşullarına göre öyle iyi analiz etmiş olmalı ki insan olarak doğru duruş karşısındaki  objektif realiteyi duygusallığımızı aşıp bir türlü  ortalayamıyoruz, tarafsız gerçekliği bir türlü yerli yerine oturtamıyoruz.

Bazen ise konuşma ve tartışmayı bir araç değil, bir amaç sayan polemik veya didişme  yöntemi “eristizmi” amaç sayıyor sözde, polemikte üstün gelme gayretiyle asıl konuya matuf heyecanlarımızı ıskalıyor, amaçlarımızı eristik tutkularımıza kurban ediyoruz.

Dolayısıyla bir gerçek var ki;  zamanlar, dönemler, mekanlar değişse de hilkatımızın getirdiği yaratılış paradigmamızı istisnalar dışında bir türlü değiştiremiyoruz.

Amacım elbette burada İran’lı şairi anlatmak veya karamsarlık sağanağında bir yolculuk yapmak veya yaptırmak değil…

Anlatmak istediğim, birileri tarafından bir değer olarak  işaret edilen  bir hikayenin bir menkıbenin; bir zaman sonra bir başkasının bakış açısının getirdiği perspektifinden aslında bir değer olmadığı gibi  tersi bir bakış açısıyla bir çelişkiler savruluşuna aracılık ediyor olmasıdır…

Ben hep şunu söylemişimdir;  Bir objenin bir değere tekamülü, insanların zihin ve fikir dünyasındaki kapsadığı alanın ne kadarının “insan” için insana matuf kullanıldığı ile ilgilidir.

Buradan şuraya gelmek istiyorum. Bir Mersin uşağı ve aşığı maruf  bir gazeteci-yazar-yapımcı  dostumun Fatih Alkar’ın sosyal medyadan  en nasuh önerisi ile Mersin’li Ahmet’in 23 Evler civarındaki atıl heykelinin doğduğu mahalle Kiremithane, balıkçı barınağı ya da Adnan Menderes sahiline getirilip kent kültürüne kazandırılması fikrini desteklemiş hatta bu çabaya Vali Tevfik Sırrı Gür’ü de katarak  daha ileriye taşıyıp yapımı süren Millet Bahçesine konuşlandırmasını halka mal edilmesi gerektiğini gündeme taşımıştık.

Buradaki amacımız;  Tevfik Sırrı Gür, Mersin’li Ahmet gibi hatta buna Müfide İlhan’ı da ilave edebiliriz… Mersin’imize, ülkemize hatta dünyaya mal olmuş ‘’katalog değerlerimizin’’ yapımı devam eden Millet Bahçesine  isimlerinin verilmesi, bu kıymetlerimizi Mersin’imizin zihin veya fikir dünyasında ebediyete kadar koruma içgüdüsünün izdüşümünden başka bir şey değildi.

Hatta belki bu değerlerimizi  kıymet dünyamızda bir değer yapan halkıyla bütünleştirmek ve  bundan daha öte bu değerlerimizi örnek alacak hamiyetli bir gençlik ve gelecek inşa etmek adına   Millet Bahçesinde sergilenmesinin Mersin’e ve Türkiye’ye bir vefa  örneği olması dolayısıyla katacağı ‘’sahiplenme şuuruna’’ bir projeksiyon çizmekti. 

Ben hep şuna inanırım;  ‘’Toplumlar ancak değerleriyle yükselir, inkarlarıyla çürürler.’’

Makalenin giriş kısmında insan olarak kendi kişiliğimi de katarak eleştirdiğim, gerçekleri duygusallıklarımıza feda ederek  yok saydığımız  polemikte başarılı olma, üstün gelme  gayretimizin  kısacası eristizmin Vali Tevfik Sırrı Gür’ün ismi etrafında da  güncel hale geliyor olmasındandı.

Vali Tevfik Sırrı Gür’ün  Mersin’in tarihsel ve kültürel anatomisini iyi bilen meslek büyüklerimizden  okuduğum bilgiler ışığında  kimine göre  tek parti döneminin getirdiği koşullarda olağanüstü yetkilerle donatılmış hem tek parti iktidarının ildeki siyasal temsilcisi hem de devleti temsil makamı ile  ‘’efsane vali’’,  kimine göre ise 1961 ihtilalinin getirdiği dönem koşullarının ortamında merserize çabalarla ‘’efsane bir vali karakteri’’ inşa edilerek  parlatılmış çelişkiler savruluşunda bir vali biyografisini anlatıyordu.

Neticeden  iki farklı sonuç çıksa da Mersin’in geleceğine dönük adının verildiği lise binasını bitirme yönündeki gayreti, stat yerini kamulaştırma iradesi veya Türkiye’nin ilk döner sahneli halkevini bugünkü kültür merkezini kazandırma  çabası her kim ne derse desin ismiyle anılan stadın yıkılan yerine inşa edilen Millet Bahçesine siyaset üstü düşünürsek isminin verilmesinde bir sakınca görmüyorum.

Ayrıca Müfide İlhan’ı unutmamak lazım. Türkiye’nin ilk İl Kadın Belediye Başkanı… Adı her ne kadar bir okul veya mahalleye verilmiş olsa da ben fazlasını hak ettiğini düşünüyorum. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle birlikte Eylül’de yapılan yerel seçimlerde dönemin seçim sistemi gereği meclis üyeleri arasından en çok oyu alarak seçilen öğretmen kökenli Müfide İlhan, Demokrat Parti saflarında eşinin memleketi Mersin’e Türkiye’nin yereldeki ilk İl Kadın Belediye Başkanı seçilse de kuralcı bürokratik işleyişten farklılıklar gösteren siyasetin kendi iklimi bu görevi ancak bir yıl kadar icra etmesini sağlar ve bu nirengi başarı istifa ile sonuçlanır.

Tüm bunların üstünde elimizde öyle bir kıymet var ki Berlin Olimpiyatları’nda Olimpiyat tarihinde dereceye girerek güreşte ülkemize ilk Olimpiyat altın madalyayı getiren  Mersin’li  Ahmet(Kireçci)…

Ben kendi fikir dünyamda isminin bir bulvara verilmiş olmasını yetersiz görüyor, kendi şehrini, ülkesini aşan başarısı ile  Mersin’imize, bu ülkeye kazandırdığı ‘’itibar rezervi’’ ile çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum.

Bir insanın tebessümünü dahi kendi  kişisel dünyamda  feda edilmeyecek bir kazanım olarak gören biri olarak her zaman şunu düşünmüşümdür; her kim olursa olsun Mersin’e  bir çakıl taşı kazandırmış olsa dahi bir çabayı kendi zihin dünyamda  bir kazanım, bir emek,  bir değer olarak görürüm.

Tüm bunlar ışığında benim naçizane kişisel fikrim, Vali Tevfik Sırrı Gür’ün tek partili dönemin kudretli valisi,   Müfide İlhan’ın, Demokrat Parti döneminin İlk Kadın İl Belediye Başkanı sıfatıyla Mersin’in siyasallaşmış  değerleri olarak kentin kendi iç dinamiklerinde ‘’ ideolojik semptomlarla’’ polemiklere aracılık etme ihtimalini dayatabilir veya buna kapı aralayabilir.

Ancak geriye siyasete bulaşmamış bu ülkeye mal olmuş biri kalıyor ki bence en uygunu yöresel hafızamızın getirdiği kendi yöresel kültürümüzün yüz aklarından  gerçekten ‘’katalog başarılar’’ elde eden  Mersin’li Ahmet’in  bu kentin kendi evladının ismini yapılan Millet Bahçesine ‘’Mersin’li Ahmet Millet Bahçesi’’ olarak verilmesini Mersin halkının tercihinin bu yönde olabileceği düşüncesiyle daha gerçekçi görüyorum.

Ben her zaman şuna inanırım:  ‘’Tarih nankör değildir; hiçbir başarıyı unutmaz!’’