Biraz meraklı ve aynı zamanda yaramazsanız zamanında aile büyüklerinizin topyekün sıkıştırmalarına, kulak çekmelerine ve hatta sağ kulağınızın altına bir tokat yemeğe varabilen davranış biçimlenmelerine maruz kalmışsınızdır.

Birçoğumuz zamanında bu gibi benzer tepkileri yaşadık. Buraya nereden geliyorum derseniz?

Çocukken değişik bir şey yapmaya kalktık mı büyüklerimizden, “durduk yerde icat çıkarma!" azarını işitirdik.

Böyle diye diye günün birinde keşfettiğimiz hazinelerin üstünü örttüğümüz gibi gün yüzüne çıkardıklarımızı da toprağa yeniden gömdük.

Bazılarına uçuk dedik alay ettik bazılarının ise yapmaya çalıştıklarını küçümsedik bir değer yüklemedik.

Bunun sebepleri tartışılır. Ancak bana göre en önemli şey;  yaşadığımız gafletin bizi mahkum ettiği “idrak sorunu ve kavrayış gecikmesi!”

Bu anlayışın artçısını oluşturan başta ekonomik sebepler olmak üzere toplumun inovasyon dediğimiz yenilenme veya değişime açık olmaması genetiğini barındıran anlayışa paralel ekonomik koşullarında derinleştirdiği terbiyeye muhtaç bu  parolayı icat etmişiz.

Bunu Osmanlı’da II.Mahmut’la başlayan modernleşme sürecinden,  Osmanlı’nın gerileme ve yıkılışına refakat eden bu günde bir çoğumuzun hala kullana geldiği, ‘’ paran varsa her şey senin,  icat çıkartma ‘’ mottosu üzerinden beynimize yerleştirilen algının, bu günde kısmen devam eden artçı etkilerinde aramak gerekir.

Dolayısıyla bu klişe sloganı maalesef inovasyon eksiğimize "kültürel mazeret" yapmışız.

Oysa geriye dönüp baktığımızda bu sert ve çetin coğrafyada başımız her sıkıştığında, "ihtiyaç anında" icatlar çıkara gelmiş, çıkan sorunlara çözümler üreterek var olmuşuz.

Aslında bizde coğrafya olarak buluna geldiğimiz konum birçok tehlikeyi barındırırken beraberinde bir çok fırsatıda barındırmaktadır.

Kaynak sorunumuza yok diyemeyiz. Enerji kaynaklarımız çokta yeterli değil.Biz uçuracak rezervimiz yok.Ancak bunlar bir ülkenin güçlü olabilmesi, kendini aşabilmesi  için tek olmazsa olmaz koşul değil.

Düne kadar “idrak sorunumuz”, icat çıkarma anlayışını “ters yüz etme” davranışına ihtiyaç sorunumuz vardı.

Mesela, Arap ülkelerinde petrol olmasına rağmen, idrak sorunu var. Dolayısıyla dünyaya bilgi ve teknoloji pazarlayabilme bu alanlarda artı değer üretebilme kapasiteleri neredeyse yok.

Demek ki bir topluma lazım olan sadece kaynak değil asıl idrak edebilme davranışı geliştirebilme realitesidir.

Örneğin, eskiden yatıp kalkıp dünyanın sadece batıdan ibaret olduğunu varsaydık. Batı dışındaki değerleri kendimizin de içinde olma pahasına hep aşağıladık.

Yıllar sonra 2009 küresel krizi Avrupa başta olmak üzere neredeyse tüm dünyayı etkilediğinde ihracatçılarımız ve ticaret erbaplarımız dünyanın sadece Batı'dan ibaret olmadığını keşfetti.

Yetmedi, nitelikli ürün üretemeyince bunun bir katma değeri  olmadığını aslında niteliksiz ihracata hamallık yaptığını fark etti ve  böylece “inovasyon” diye bir kavramı  keşfetti.
Aslında olagelen sorunun bir kısmı toplumsal fıtratımızda.   Yani sabır yerine “aceleciliği” , merak yerine “biatı”, özgünlük yerine “takliti”  tercih ediyor olmamız.
Bir kısmını da yenileşmeye yani “inovasyon”  yada “tranformasyon” denilen dönüşüm ve kabuk değişim”  sürecine henüz tam olarak açık olmayışımızda aramak gerekir.

İnovasyon, "eski köye yeni adet" getirmekse, “sağ kulağınızın altına bir tokat yemek” pahasına köyümüzün  eskimiş seçeneklerini devre dışı bırakıp “toplumsal hafızamızı” güncelleyerek yeni alternatifler üretmesine izin vermemiz gerekir.

Bunun içinde "kavrayış gecikmesi” sorunumuzu sorun olmaktan çıkartıp mücadele stoğumuzla entegre edersek ve  icraat küfelerimizi her alanda yeni kapasiteler inşa ederek güçlendirirsek iddiasını devam ettiren bir ülke olma yolunda önemli bir mesafe kaydetmiş oluruz.