İnsanlık olarak ne kadar aciz olduğumuzu bir kez daha anladık.

Yüksek çözünürlüklü transmisyon elektron mikroskobu ile ancak görülebilen bir virüs korono virüsü;  kendini kainatın efendisi sayan kibir abidesi devletleri nasıl sarstığına hep birlikte şahitlik ettik.

İnsanlık geldiği noktayı öylesine abarttı her şey benim kontrolümde ben istemezsem hiç bir şey olmaz moduna öyle bir girdi ki küçük bir virüs, bunun böyle olmadığını insanlığın üstesinden gelebileceğinin, yapabileceklerinin de bir sınırı olduğunu hatırlattı. Aslında insanlığın kontrol ve hâkimiyet iddiası boş bir meydan okumaydı.

Yemek yerken su içerken hatta kendi tükürüğünde boğulabilen, bir an nefessiz kalmada yaşadığımız çırpınış, insanoğlunun hâkimiyet, güç ve kontrol iddiasında bulunması iddiası ne büyük yanılgı değil mi?

İlk çıktığını hatırlıyorum. İlk koronovirüs vakaları görüldüğünde yorumcular özellikle komplo teorisyenleri, bunun Çin’i dize getirecek dolayısıyla Çin’in hızlı ve istikrarlı gelişimine ekonomik darbe vurmak isteyen dış güçlerin biyolojik saldırısı olabileceğini söylüyorlardı.

Gelinen noktada bunun böyle olmadığı dize gelenin tüm insanlık olduğu ortaya çıktı.

1990’ların başında ortaya atılan dilimize pelesenk olan küreselleşme olgusu;   sınırların kalkarak ekonomik, siyasi, kültürel ve teknolojik olarak tam bir etkileşimin yaşandığı, küresel güçlerin kıtaları aşan hâkimiyetler kurdukları, her şeyden öte pozitif bir süreç olarak algılanıyordu.

Görüldü ki küreselleşme denilen olgu; küreselleşmenin her zaman pozitif bir amaca hizmet etmediğini küçük bir salgının küreselleşmenin getirdiği dolaşım ve etkileşim potansiyeli ile dünyanın bir ucundaki bir vakanın büyük bir sağlık sorunlarına hatta daha öte dünya ekonomisini ve siyasetini paralize eden boyutlara ulaşma ihtimalini gösterdi.

Dolayısıyla savunma sanayindeki teknolojik gelişmeler süper güçlerin süper silahları değil, mikroskopla dahi görülemeyen bir virüs insanlığı nasıl acizleştirebildiğini hakimiyetini nasıl sarsabildiğini gösterdi.

Mesela korono virüsün ortaya çıktığı 27 Şubat’tan bu yana hangi süper güç, hangi siyasi iktidar, hangi muktedir devlet gücü tüm insanlığı günlerce eve hapsedip yaşam tarzını etkileyip yaşam alışkanlıklarından ödün vermesini isteyebilir?

Tepeden baktığımız gözle dahi göremediğimiz bir mikro-organizma tüm insanlığa bununla acizliğimizi telkin ederken, güç mücadelesini bırakıp kolektif akılla ortak bir amaç için güç birliği yapmamız gerektiğini hatırlattı bize.

Uzak Asya ve Avrupa sapır sapır dökülürken Türkiye bu açıdan iyi bir sınav verdi. Tehlikeyi zamanında fark edip, gerekli önlemleri alarak büyük oranda virüsün yol açacağı tehlikeyi en aza indirdi. Bu açıdan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, süreci, bazı medya mensuplarının negatif muhalefetine rağmen doğru yönetti. Zamanında gerekli önlemleri aldı, sürecin her aşamasında canlı yayınlara çıkıp topluma açık ve net bilgiler verdi.
Mesela, daha ilk günlerde sınır kapılarını kapatıp, termal kameraları devreye sokmakla başlayan önlemler zinciri, şimdi okulların tatil edilmesi, maçların seyircisiz oynanması ve planlanmış toplantıların ertelenmesiyle devam ediyor.
İleride hep birlikte göreceğiz ki; bu küresel tehdit karşısında Türkiye‘nin ortaya koyduğu mücadele gerçekten örnek teşkil edecek niteliktedir.

Türkiye;  kriz yönetimi, ciddi devlet performansı, insanlığın yüz akı gibi hümanist çabalarıyla bir model ülke yolunda hızla ilerliyor.

Batıda sistem alabora oldu. İnsanlık değerleri, ahlak SOS veriyor. Devletlerin çıkarları insanlığın çıkarlarının önüne çoktan geçmiş durumda…

Türkiye, tüm bunlarda dünyaya dersler verirken kendi savunma sanayi ve sağlık yatırımlarında ki başarı hikayesi; eğitim, teknoloji ve ilaç sanayindeki çabalarıyla insanlığın kesişme noktası olan bu coğrafyada bir mucize doğuruyor.

Bu coğrafyada gelecek iddiasını başkalarının kokuşmuş çöplüğünde aramayan;  askeri, siyasal ve diplomatik bir karşılığı olan bu coğrafyanın “harabeler çiçeği Türkiye” doğuyor.