2 Mart 2021…   Bu tarih benzer eylemler için bir milat…

Çevre aktivisti Nilüfer Temiz gibi bir kısım sivil aktivistin öncülüğünde bölgeye duyarlı sivil toplum örgütleri ve yöre mahalle muhtarlarımızın hassasiyetleri ile Mersin’in akciğeri Torosların yaylalarından Ayvagediği ve Gözne çevresini etkileyecek sadece bölgenin andız, ladin gibi doğa harikası doğal bitki örtüsünün katledilmesiyle kalmayıp etrafa yayacağı toz bulutu ile ileride akciğer sorunlarına davetiye çıkartacak bir girişime,  bölge insanının başına musallat edilmek istenen “taş ocağına” karşı çevre tandanslı bir eylem yaşadık.

O bölgeyi iyi tanıyan biri olarak geçmişte Karatepe’ye giden o yol güzergahında bir taş ocağı çalıştırıldığını hatırlıyorum. Bu taş ocağı faaliyeti o zamanlarda bir domino etkisiyle o bölgeye yönelik yayla turizmini uzun bir süre duraklatmış 2014 yılında uygulamaya giren 6360 sayılı yasa ile belde belediyelerin mahallelere dönüşmesi ve Gözne Belediyesi’nde olan işletim devrinin bugüne kadar askıya alınması ile o bölgeye yönelik yaylacılık hareketliliğine yeniden bir hız kazandırmıştı. Bugün benzer bir girişimin planlı yapılaşmanın yaşandığı o bölgede yaylacılık girişimini yeniden sekteye uğratacağını, bu heveste olan insanların başka yaylalara kaçışın önünü açacağını, sağlık yönü çok önemli iken ayrıca yaylacılardan ekmek yiyen o bölgenin fırıncısından marketine inşaatçısından su tesisatçısına her kesimin bu girişimden zarar göreceğinin bilinmesi gerekiyordu.

Çevre dostu bu eyleme dönecek olursak…  Hatırladığım kadarıyla bu bölgede bir protesto için şimdiye dek böyle kalabalıklı çaba görülmediği gibi ağaç kıyımına, yaşam alanlarının yok edilmesine, kirletilmesine yönelik böyle coşkulu eylemde şimdiye dek hiç yapılamadı. O yörenin insanı olan gerek bu çevre aktivistleri gerekse muhtarlar ve sivil toplum örgütleri sadece kendi geleceklerine sahip çıkmakla kalmadı çocuklarının geleceğine, belki torunlarının yaşam alanlarına sirayet edecek olası bu doğa katliamına sessiz kalmadığı gibi karşıda çıktı.

Bir Kızılderili atasözü; “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” der.

Asırla önce söylenmiş bu sözü biz insanoğlu bu gün adeta çarmıha gererken maalesef vahşi kapitalizmin kirli zemininde yol yürümeye, yürüdüğümüz bu amaçsız güzergahta doğayı kıyıma, katle devam ediyoruz.

Oysa biliyoruz ki, dağlar taşlar her zaman taş binalardan devasa gökdelenlerden daha kıymetlidir. Metropollerde büyük kentlerde yaşamak, aslında yapay suni bir varoluştan öte bir şey değildir.

Misal ayaklarımızın altındaki betondan üretilmiş taş parkelerden toprağı, yağan yağmurdan sonra toprağın o buram buram kokusunu hissedebiliyor musunuz?

Saksıdaki büyüttüğümüz çiçekler dışında bitkilerin büyüyüşünü görebilmeniz mümkün mü?

Veya caddelerin şaşalı ışıklarından, gecelerin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü izleyebilmeniz ne kadar olası?..

Ve biz insanlar nedense ALLAH’ın yarattığı bu güzel sahneden uzak yaşadığında, onun tabiat üzerine bize sunduğu koruma veya yaşatma emrini yüce kitabında söylediklerini kolayca unutuyor, hiç hatırlamıyoruz.

Bugün Karatepe’de açılması planlanan taş ocağına karşı çıkarken neden karşı çıktığımı haklı kılacak gerekçelerimi düşündürten hafızamı geriye yaslayıp on yıllar, on yıllar öncesine gittiğimde bugün içinde yaşadığımız devasa apartmanların yerinde portakal bahçelerini, içindeki o küçük patika yollardan yürürken hissettiğim o portakal çiçeği kokularını hala hatırlıyorum.

O günkü o portakal çiçeği kokuları yerine bugün yerlerinden sökülerek üzerine dikilen pahalı rezidansların atık kokan çöp kovalarına hapsetmeye çalıştıkları çöp kokularını  hissediyoruz.

Hatırlıyorum…On yıllar önce  Ayvagediği’nden Sazoluğu’na dedemlerin yanına inerken çam ve ladin ağaçları arasından o çok sevdiğim  Ağustos(cırcır) böceklerinin sanki bir orkestra uyumundaki essiz nağmelerini dinlerken hatırladığım o anılarımın yerini şimdilerde üzerindeki giysisi aşüfte bir kadın gibi parçalanarak çıplak bırakılmış o uçsuz bucaksız  arazilerin utanırcasına kendisini saklamaya çalıştığına şahitlik ediyorum.

Geçen haftalarda Ayvagediği’nde bir akrabam bir dostumla karşılaştım. Bir zamanlar senin de hatıralarının olduğu o devasa ladin ve çam ağaçlarıyla bütünleşik “Üzücek” taraflarına doğru gezdireyim dedi. On yıllar önce hatırladığım Üzücek mevkii Çandır kalesine giden yol güzergahında devasa ağaçların olduğu bir arazi parçasıydı. Bu gidişimde sağlı sollu patika orman yolu güzergahında o devasa orman alanlarının yok edildiğini gördüm. Kaya kartalları, kızıl kuyruklu şahinlerin yaşadığı ardıç kuşları, saksağanlar eşliğinde içinden geçerken şahit olduğumuz o eski orman kaplı Kömürcü tepesinin orada ortacıkta çırılçıplak kaldığına şahit oldum. Geçmişte bir anı olarak hala içimizi ısıtan bize nefes veren ladin ve çam kokulu rehasını bizden esirgemeyen Kömürcü tepesi ve Üzücek;  bize esirgemediği bu fedakarlığını  çocuklarımıza, geleceğimize bir daha veremeyecek iğfal ettiğimiz bu güzelliğe çocuklarımız belki yüzyıllar sonra kavuşacak...

Bilinçsizce bir ağaç katliamı, belki birilerinin çıkar standartlarının yükseltilmesi adına ileride sağlık sorunlarına yol açabilecek  taş ocağı açma çabaları…

Artık bazı şeylerin değişmesi, bu bilinçsiz amaçların son bulması, bu gaflete bir son verilmesi gerekiyor.

Dünü ve bugünü düşündüğümde yarınlarda ayağımızı basacağımız bir toprak, nefes alabileceğimiz bir çevre kalmadığında bazı şeyler için artık çok geç olacak…

İşte bunlardan dolayı bu çevre aktivistlerinin bu halisane çabasını kutluyor ve destekliyorum.