İbn-i Haldun, “coğrafya kaderdir” der.

Dolayısıyla içinde bulunduğumuz coğrafya bize bazen “soft power”, “yumuşak güç”  bazen de “hard power” yani “sert güç” profilinden askeri ölçekte jeo-stratejik ve küresel siyasal iklimde jeo-politik üstünlük katarken aynı zamanda sorunlar kümesini de beraberinde barındırıyor.

Çok önemli meseleler envanterinin kapsamlı olduğu bu coğrafyada;  ayakta kalabilmeniz, düşme eşiğinde iken bir yerlerden tutunabilmeniz “güçlü” olmanıza bağlıdır.

Güçlü olabilmek “donanıma”, donanım ise “bilgiye” elzemdir.

Peki bilgi neye muhtaçtır dersek, bilgide “sağlıklı düşünmeye”, sağlıklı düşünmede;  gerçek bilgi, doğru teknikle aklın sınırlarını zorlayacak “derin düşünebilen dimağına” ihtiyaç duyar.  

Geçmişte ulusal ölçekte bir gazetede okumuştum.  ODTÜ'de  23’üncüsü düzenlenen  yaklaşık 36 bin kişinin katıldığı, 7 bin kişinin yarı finale ve 930 kişinin de finale geldiği, zeka yarışması düzenlenmiş. Bu etkinlikte sadece gençler değil,  minikler, çocuklar, yetişkinler ve hatta emeklilerde yarışmış. Yarışma oldukça önemli…

Çünkü yarışma neticesinde belirginleşecek “ufkun efendileri” olacak zekamız, doğal olarak ülke için geleceğimizin milli serveti olacak.

Malum,  bu acımasız coğrafyada mental kapasitesi yüksek zeki ve yetenekli insanlarımızın  “beden gücü” yanında  “ruhsal yetkinlik” ve “beyin potansiyelini” de daha etkin kullanmak zorundasınız.

Yoksa ülke olarak bu eksiğiniz sonunuz olabileceği gibi, geçmişte olduğu gibi birilerine bağımlı yapabilmenin yanında, ülkeniz adına gelecekle ilgili güzel hayaller kurmanıza da ket vurabilir.

Bunu sağlayamazsanız, yetiştirdiğiniz zekalar başka ülkelerin emrinde sizin siber güvenlik başta olmak üzere bir çok alanda “derenizin taşıyla sizin derenizin kuşunu vurma” potansiyelinde ki aslında size ait olan dahileri, size karşı kullanabilir.

Bu hep oldu, hep yaşandı. Dünya’dan örnekler vermek gerekirse; 2’nci dünya savaşından sonra Almanya’dan kaçan Alman bilim adamları değil miydi ABD uzay teknolojini ve NASA’yı ihya eden bilim gücü?

Geçmişte bizde benzer sonuçları hep yaşamadık mı? Hep bundan yakınmadık mı?

Bu günde sonuç almak mecburiyetinde kalacağımız sorunlar envanteri, coğrafyamızda gittikçe değer yüklenen tehditleri de beraberinde getirirken jeopolitik değerimizi asimetrik olarak büyütüp, aynı zamanda değiştirip, dönüştürebiliyor.

Bunun için sağlıklı ve iyi düşünen beyinlere ihtiyacımız olduğu artık bir realite.

Sağlıklı düşünebilmek için; beynin egzersiz yanında karşıtlıklardan yola çıkarak çıkarımlar yani özetle diyalektikler yapacak, geleceğimiz üzerinde fikirler silsilesi üretecek devasa çabalar, olağanüstü uğraşlar gerekiyor.

Tıpkı bedenin eksersizle sağlıklı kalabilmesi yanında bedene yeni performanslar kazandırılma çabası gibi.

Konumuza dönecek olursak,  yapılan yarışmada,  tüm katılımcılara size tuhaf gelecek ama “Nasıl aptal olunur?” sorusu sorulmuş ve bu soruya cevap aranmış.

Sonuç mu? Bugünkü durumumuzu aksettirdiği için sonuç tam bir trajedi:  "Özellikle cep telefonları, kısaca teknolojinin yan ürünleri - faydaları yanında-  20 yıl öncesine nazaran zekâmızı oldukça düşürdüğü” görülmüş.

Aynı zamanda milli sermayemiz olan çocuklarımızın,  zekâ sığasını geliştirmeye ve dönüştürmeye  odaklanılırken, teknoloji sayesinde kişiliklerini koruyamadığımız gibi konulara  derinleşemediğimiz, derinleşmemiz gerektiği ortaya çıkmış.

Tablo bana göre düşündürücü…

Bunu başta kendi ailemiz, çevremiz olmak üzere tekrar düşünmeliyiz. Çünkü bu ülkenin yetişmiş insan beynine ihtiyacı olduğu gibi bu gibi olası kayıplara da hiç lüksü yok.

Ancak tüm bu olumsuz durumlara rağmen, tıp literatüründe tanımlanan  "insan, bedeni yanında duygulara ve zihne sahip ruhsal bir varlıktır" tanımlamasına göre irdelendiğinde azımsanmayacak ölçüde de olsa değerli insan rezervine sahip bir millet olduğumuzun da farkında olmamız gerek.

Sonuç olarak, ne demek istiyorsun, neyi anlatmak istiyorsunuz? sorusuna özetle şunu söylemek istiyorum.

Mental kapasitemizin, fikir gücümüzün  hedeflerimize entegrasyonunu  sağlama çabasındaki    koşullar hayal kırıklığı yaratsa da, henüz neticeye ulaşamamak bıkkınlık verse de  bunları dünün artçıları olarak görüp, makro hedeflere, büyük ideallere gitme yolunda yegane sloganlarımız; “makus talihine küsme!..”, “diren ve  vazgeçme!..”  olurken bunlara entegre edeceğimiz  kalifiye potansiyel  ve asli enstrümanlarımız   ise  aslında bizlerde hep fazlasıyla var olan “irade, cesaret  ve inanç” olmalıdır.